DG ile Kirazdere Yürüyüşü

Temmuz ayının son Pazar gününde Doğa Gezginleri yolunu Adapazarı’na çevirdi. Yaklaşık 4 – 5 saat sürmesi planlanan, sıcak Temmuz gününde serin sularda bir yürüyüş olacaktı. Soğukdere’den başlayıp Kirazdere’ye dereiçi bir yürüyüş planlanmıştı.

Hazırlıklarımı Cumartesi gecesinden yaptım yine her zaman olduğu gibi… Sabah mahmurluğuyla bir şey unutmak istemiyordum. Sırt çantama yedek ayakkabı, yedek çorap ve yedek giysilerimi yerleştirdim önce. Bunlar yürüyüş sonrası kuru giysi ihtiyacımı karşılayacaklardı. Yürüyüş sırasında gerekirse diye ekstra bir tişört koymayı da ihmal etmedim. Yürüyüş kısa olacaktı ama tedbirli olmakta fayda vardı, kafa fenerimi ve yedek pilleri çantama yerleştirdim. Ayakkabı bağı önemsiz görünür ama bazen hayat bile kurtarır, onun için düdük, şapka ve tülbentimin yanına koydum onu da. Şeker, sakız gibi enerji verici-ağız kurumasını gidericiler aldım yanıma. Sabaha yalnızca sandviç hazırlama ve suyumu almam kalmıştı.

Sabah buluşma yerine yine erken gitmiş, orada benden önce gelen dostlarla merhabalaşmış, kimin saati çalmadı, kim koşarak geldi sohbetine girişmiştik. Aracımız Avrupa Yakası’ndan gelen arkadaşlarımızı alıp biraz gecikmeli olarak durağımıza Altunizade FEM Dersanesi önüne gelmişti. Bizi Kabak Koyu’na götüren araç ve şoförümüz Sinan bize kaptanlık edecekti. 27’lik araçta 17 kişi olacağız diye çantalarımızı da yanımıza almıştık. Yine son gün iptalleri olmuş sayımız 3 kişi azalmıştı, büyük araçla gitmek durumunda kalmıştık. Arka beşlinin vazgeçilmezleri bu sefer yoklardı, hemen yerlerini doldurmak gerekirdi. Hemen planlar yapıldı. Kendimiz olarak değil ama onların yerine gidiyormuşuz yürüyüşe gibi davranmaya başlamıştık. Bu rol değişimiyle güle oynaya sabah kahvaltısı molasının nasıl geldiğini anlamadık bile. Yine çorbalar, tostlar, çaylarla hazırladık kendimizi yürüyüşe. Soğukpınar mevkiine varana dek gezi planları yapıldı, yeni dostlarla tanışıldı.
 
Saat 10’da Soğukpınar Mevkii’ne vardığımızda önce Veysel Dayı’nın Yeri’ne papatyalar arasındaki patika-yoldan yürüdük, dereye inerken yolumuzun üstüydü, bir çayını içmeliydik.

Veysel Dayı’nın Yeri’nden yürüyüşümüz saat 11’de başladı. Yürüyüşümüz ağaçların gölgesinde, dere içinde sanki yaz gelmemiş gibiydi. Soğukdere gerçekten soğuktu, iyi ki de soğuktu. Kaygan taşlara basınca kaymamak, önümüzde ve arkamızda giden arkadaşlarımızı kollamak, kah fotoğraf çekmek, kah basacak doğru yeri bulmak için yavaş yavaş ilerledik. Grup fotoğrafımızı bu kez Soğukdere’nin içinde çektik.
 
Soğukdere’den Kirazdere’ye varmaktı hedefimiz ama, doğanın her zaman şaşırtmak için bir yolu vardı. Kimi zaman orman patikaları kapatıyordu, kimi zaman taşlar yer değiştiriyordu sellerle, heyelanlarla… Mümkün olamayacaktı, önümüzü göremiyorduk. İlerlediğimizde yol biterse geri dönme şansımız olmaz diye 1,5 saatin sonunda 200 metre kadar geri yürüyüp dağa tırmanarak yola çıkacaktık. Ağaçların arasından Beşkayalar görünüyordu, yaklaşmıştık ama varamamıştık. Rehberlerimiz Dr. Necdet ve Mahmut önden gidip artçımız Serdar’a telsizle haber vereceklerdi. Yaklaşık 50-60 metrelik bir tırmanış sonunda yola varılıyordu ama biraz dik ve taşlar oynaktı. Arkadan gelenlere taş kaydırmadan, emniyetli yürümek gerekiyordu. Bitişine yakın tutunacak yer kalmadığından, doğrusu biz amatörleri güvenle çıkartmak için hemen ip açıldı. Ve 17 gezgin firesiz toprak yola çıktı.

Bundan sonrası kuru, yer yer gölge, yer yer sulu bir yoldu. Böğürtlenler talan edildi, dikenlerine katlanılarak. Erikler, elmalar toplandı ağaçlardan… Antrenör Karınca Ayşegül ve Duajen Junior Karınca ben her ne kadar iyi bilsek de rehberin önüne geçilmez artçının ardında kalınmaz diye, konuşmanın hararetine kapılıp rehberin önünde ilerlediğimiz fark etmemiştik. Patika önce ikiye ayrılmış, önce karar verememiştik hangisinden gideceğimize. Sağ taraftaki yol bir çitle kapalı olduğundan sol yönü seçmiş, bir yandan niye iz bırakmadılar diye kızarak bari biz iz bırakalım demiştik geriden gelenlere ve inişe geçmiştik ardımızda iki arkadaşımızla. Sonra ana yola çıkmış ve yukarı mı yoksa aşağı mı gideceğimize karar verememiştik. Yoldan geçen araca köyü sormak yerine düdük çalıp geridekileri beklemeyi seçmiştik. Geriden gelen sadece çakma artçı Serdar’dı. O zaman anlamıştık en öne düştüğümüzü. Bulunduğumuz yerden yukarı yönü seçsek doğruca Servetiye köyü’ne çıkılıyordu ama yine de geldiğimiz o yolu geri çıkıp yetişmiştik bizi bekleyen 12 kişiye. Bıraktığımız izi görmemişler sadece düdüğümüzü duymuşlardı. Oysa çalı çırpıyla gitmediğimiz yolu kapatmış, gittiğimiz yöne de ok çizmiştik.

Bundan sonrası yaklaşık yarım saatlik yoldu. Servetiye Köyü Camii’nin önünde bekliyordu bizi Sinan Kaptan. Tam ikindi vakti varmıştık. Kuru giysileri giydikten sonra hemen şadırvana koşturmuş önce ayaklarımızı sonra botlarımızı yıkamıştık. Planımız Karahasan’da kiremitte alabalık yemekti ama saat henüz 4’tü ve çiftlik çok kalabalıktı. Vazgeçtik ve yola düştük.
 
Otobüsün arkasında yine şarkılarla başlayıp türkülerle devam edildi. Bu kez şarkılar ve türküler yorumlanıyor, yaşanan ayrılıkların, aşkların boyutları ve sözler didikleniyordu… Can verende gel denen yarin niye çağırıldığını yorumluyorduk kendimizce.. Yeni Türkü ile sonlandırdık şarkılarımızı… Malum onlar da bize göre Doğa Gezgini’ydi…

Her zaman ıslanmamak için uğraşırken bu kez ıslanmak büyük keyifti… Ama yine de pantolonunun paçasını bile ıslatmamayı başararak yürüyüşü tamamlayan yeni dostumuz hepimizin şaşkınlık dolu takdirini kazanmıştı.

Bir başka yürüyüşte birlikte yürümek dileğiyle… 

Gezgin