1 – 7 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirdiğim seyahatin ardından gezmeyi-görmeyi-denemeyi istediğim aklımda kalan pekçok şey ile döndüm. İspanya’ya yeniden dönmek üzere veda etmek ise zordu…
Uzun zamandır beklediğim, hayalini kurduğum İspanya yolculuğunu, 2 arkadaşım ile birlikte planladığımız tarihlerde en ucuz fiyata hizmeti verecek olan Bamtur ile gerçekleştirdim. 549 €’ya Türk Hava Yolları ile seyahat, havaalanı transferleri, otel konaklamaları ve sabah kahvaltısı, Barselona’dan Madrid’e transfer, iki şehirde de panaromik turları kapsayan bir paket aldık.
Turun paket fiyatını önce 669 € olarak açıklamış ve satışa sunulmuş, sonradan indirime gitmişlerdi. Turu Mayıs ayının son günü satın aldığımızdan yüksek fiyata almıştık ancak tur şirketiyle irtibata geçtiğimizde aradaki farkı ödeme şeklimize paralel olarak iade ettiler. Ekstra tur fiyatları tur satışı sırasında duyurulanın üzerindeydi. Rehberimiz Yusuf Kırbaç ekstra turları düzenlemek için en az 20 kişi gerektiğini söylemişti ancak tur grubu zaten 24 kişiden oluşuyordu. Yüksek fiyatlarda indirime gitmesine ve defalarca oylama yapmasına karşın ekstra turların hiçbiri düzenlenemedi. Tur katılımcılarının büyük çoğunluğu şehirleri kendisi gezmeyi istiyordu ancak rehber eşliğinde gezme hayaliyle tura katılan bir ekipte hayal kırıklığı çok büyüktü.
Rehberimiz otelden aldığımız ücretsiz şehir haritaları üzerinden çizmek istediğimiz rotalar konusunda ve ulaşım hakkında yardımcı oldu, metro istasyonu, gece otobüsü ve otobüs kartı nereden edinilir bilgilerini aldıktan sonra pek fazla ihtiyaç duymadık.
“Barselona ve Madrid’de nereleri gezdik, neleri gördük, izlenimlerim ve tüyolar neler”i ise iki bölümde toparlamaya çalıştım. Gün gün anlatacağım…
1. BÖLÜM – BARCELONA
1 Ağustos 2009 – Cumartesi
THY’nin 08:25’de kalkacağı bildirilen TK 1853 sefer sayılı uçakla yolculuk edecektik. Sabat saat 6’de Atatürk Havalima’nında 7 numaralı kontuarın önünde rehberimizle buluşarak başladık serüvene. Biletlerimizi alıp herkes kendi chek-in’ini yaptırmak üzere THY bankolarında ayrıldık. Barcelona havaalanına indiğimizde pasaport kontrol öncesinde buluşacaktık.
Havaalanındaki yoğun trafikten mi bilinmez 1 saat rötarlı kalktık. Uçakta kahvaltı servisindeki aksaklıklar THY’dan beklenmeyen bir düşük kalite örneğiydi. Saat 9:20’de havalanan ve toplam 3,5 saat sürmesi planlanan uçuşta kahvaltı servisi, hizmetin ilk verildiği koltuklara (şansımıza bizim sıramız) 2. saatte ancak başlamıştı. Barcelona Uluslararası Havaalanı’nın 2009 yılında açılan T1 kodlu yeni terminaline yerel saatle 12’de (Türkiye’den 1 saat geri: GMT+1) indik.
Havalimanının tenhalığıyla şaşırdık önce. Pasaport kontrolde AB vatandaşları için ayrılan alandaki ziyaretçilerin işlemi hızla tamamlanmış, diğer ülke vatandaşlarının işlemi uzun sürdüğünden kuyrukta bekliyorduk. AB vatandaşlarının işlemlerini tamamlayan memur bize yardımcı oldu ve ülkeye merhaba dedik. Yeni terminalde yönlendirme tabelaları eksikliğinden uçağımızdan inen bavulların kaç numaralı bavul teslim alanından geleceğini bulmakta zorlandık. Bavullarını alan çıkışın önünde bekleyecek hep birlikte otobüsümüze gidecektik. Ancak Tur kafilesinden birinin bavulu gelmemişti. Barcelona’da resmi dilin Katalanca olması, çoğu insanın İngilizce bilmemesi sorunu ile havaalanında tanışmış olduk. Rehberin desteği kendini göstermiş, gerekli açıklamalar verilmiş 1 gün sonraki uçakla otele ulaştırılacağı bilgisi alınmıştı. Katalanca bilmeseniz de İspanyolca bilmek kesinlikle şart…
Bu işlemler devam ederken gözümüze kestirdiğimiz bir su makinesinde Almanya’da yaşayan Türklerin izinden giderek 2 € ile birebir aynı ölçülerde olan 1 YTL’lerimizi denedik. Havaalanındaki bu makinede 0,5lt su 1,2 € idi. Makineyi aldatıp para üstümüzü de almıştık. İkinci denememizde makine parayı algılamış ve kabul etmemişti. Bu arada tüm denemelerimizden edindiğimiz sonuca göre bu işlem para boyutu ve şekli değiştiğinden 1 TL ile yapılamıyor.
Havaalanından otele transferimiz öncesinde panoramik şehir turu yaptık. Akdeniz’in batı kıyılarında yer alan, Romen, Arap ve Hıristiyan kültürlerinin zengin bir karışımı olan liman şehri Barcelona’da yapılan panoramik şehir turunda Paseyo de Gracia, Gaudi tarafından yapılan La Sagrada Familia Kilisesi, Plaça de Catalunya, Las Ramblas, Olimpiyat tesislerinin bulunduğu Mont Juic (Museviler Tepesi), eski liman ve limandaki Colon Meydanı dışarıdan gördüğümüz yerlerin başlıcalarıydı.
La Sagrada Familia önünde yarım saatlik ara verildiğinde, kendimiz nasılsa ayrıca geleceğiz diyerek saat 15:00’te öğle yemeğimizi yemek üzere KFC’ye gittik. Müslümanlık ve Museviliğin yasaklamasının ötesinde kötü kokusunun verdiği iticilikle domuz eti yememe gayretindeydik. Hatta çoğu zaman gözümüze kestirdiğimiz restoranlara kokudan giremiyorduk. Gezi boyunca fiyatları ve içeri girilebilirliğiyle gözdemiz Amerikan fast food zincirleriydi.
Barcelona’da bulunduğumuz 3 gün süresince Sant Just bölgesindeki Hotel City Park Sant Just’ta kalacaktık. Otelin 4 yıldızlı olduğu beyan edilmesine karşın, 3. yatak talebimizin odadaki koltuğun açılarak karşılanmış olması bize Avrupa otellerine nasıl yıldız verildiğini meraka itti..
Otele eşyaları bıraktıktan sonra yürüyerek 3-4 dakika uzaklıkta bulunan Torreblanca tramvay istasyonuna gittik. Buradan şehir merkezine ulaşmaktı hedefimiz. Tramvay istasyonundaki bilet makinesinden metro, otobüs ve tramvaylarda geçerli olan bilet alacaktık. Buradaki bilet makinesi yalnızca bozuk para ve kredi kartıyla çalışıyor. Metro istasyonlarındaki bilet makinelerinden ise kağıt para ile bilet almak mümkün. Makineler para üstü veriyor. Biz hazırlıklı olmadığımızdan ilk biletimizi kredi kartı ile aldık. Tek binişlik bilet 1,35 €, on binişlik bilet (T-10) 7,70 € tutarında. Şehirde 3 gün geçirecek 3 kişi olarak bu biletlerden şehirde olduğumuz süre boyunca 4 kez aldık. Son biletimizde 4 binişlik hakkımız kaldı. On binişlik bilet almanın fiyat avantajına ek avantajı ise 75 dakika içinde tüm otobüs ve metrolara ücretsiz aktarma yapabiliyor olmanız. En baştan herkes için 1 bilet alsaydık 3 adet T-10 ile gezimizi sonlandırabilecektik belki. Aklınızda olsun… Ulaşım yoğun ve müze ziyareti yoğun tatil geçirecekler için gün seçenekleri olan (1 günlük, 2 günlük, vs.) Barcelona Card önerilir.
Bu arada Barcelona metro hattının 1924’te kullanıma açıldığını, 11 hatta 209 istasyondan oluştuğunu, 157 km uzunluğunda olmasına karşın günümüzde 102 kmlik hattın kullanıldığını ve gelecekte L12 ve L13 olmak üzere iki yeni metro hattının yapılacağı duyrulduğunu da söylemeden geçemeyeceğim…
Torreblanca tramvay istasyonundan Fransesc Macià yönünde T3 tramvayına binip, Maria Cristina durağında metroya aktarma yapmak üzere indik. Eğer tramvay içindeki tabelayı takip etmek istemiyorsanız veya anosları anlamamaktan şikayetçiyseniz durağı tanımanın kolay yolu gösterişli El Corte Ingles binası. Maria Cristina’da Trinitat Nova Yönüne L3 metrosuna bindiğinizde şehir merkezine giden hatta ulaşmış oluyorduk.
Saat öğleden sonra 5’e geldiğinden güneşin şiddetini azaltmasını fırsat bilip Park Güell’e gitmek istedik. Bunun için rehberimizin yönlendirmesiyle L3 metrosundan Vallcarca durağında inmiştik. Rehberin önerilerine uymamamız gerektiğini o zaman anladık. Vallcarca durağında indiğinizde parka ulaşmak için yokuş tırmanmak zorunda kalıyor ve parkın arkasına dolaşmış oluyorsunuz. Biz tırmandık, merdiven çıkmamız gerektiğinde sokaklara yürüyen merdiven koyan belediyecilik zihniyetini takdir ede ede bitiremedik ve yürüyen merdiveni kullandık. Yokuş tırmanmak hepsi de trekking ve hiking yapan ekibimiz (3 kişilik ana ekip) için hiç sorun olmadı ama geriye dönüp şehre bakmak ve durup ne yokuşları tırmanarak ulaştığımızı belgelemek için fotoğraf çekmeyi ve çektirmeyi ihmal etmedik. Ama parkın asıl güzellikleri ve mimari eserler aşağıda, girişte. Parka yanlış yerden girmemek için bir önceki Lesseps durağında inmek gerekiyor. Bu park halka açılmadan önce zenginler ve soylular için cennet gibi tasarlanmış bir dinlenme yeriymiş. Bir tepenin üstüne kurulu parkta hem güneşin keyfini çıkarabilir hem de şehre tepeden bakabilirsiniz. Bütün gün ücretsiz ziyaret edebilirsiniz. Gaudi’nin evini gezmek isterseniz giriş ücretli. Bizim varış saatimizde kapandığından biz teşebbüs dahi edemedik.
1900-1914 tarihleri arasında Gaudi tarafından Güell ailesi sponsorluğunda yaptırılıp 1923’ten sonra halka açılan park, kuşbakışı şehir manzarasına sahip.. Gaudi’nin renk renk mozaiklerle süslü tasarımları, parkı eğlenceli ve büyülü bir yer haline getiriyor. Kıvrım kıvrım uzayıp giden ve geniş bir meydanı çepeçevre saran bank, Barcelona’nın sembollerinden biri haline gelmiş ağzından su akıtan devasa bir kertenkele şeklinde bir çeşme, eğik sütunların taşıdığı, kocaman mozaik göbeklerle süslü bir tavan -üst tarafı bankla çevrelenmiş alan-, hansel ve gretel’in evini andıran şeker-kurabiye izlenimi veren iki bina ve tuhaf görünümlü yollar-geçitler var. Fransız – İspanyol ortak yapımı L’auberge Espagnole filminde bol bol çeşitli açılardan gösterilen bu parkı görünce heyecanlanmamak mümkün değil.
Park Güell’den yaklaşık 20 dakika yürüyerek Lesseps durağına vardık ve L3 metrosuna binip Catalunya durağında inerek Plaça de Catalunya’ya vardık. Amacımız gezi boyunca “İstiklal” olarak adlandırdığımız Las Ramblas’a gitmekti. Las Ramblas üzerinde üç metro durağı var: Catalunya, Liceu, Drassanes. Caddenin deniz tarafında inmek için Drassanes durağında inmeniz gerekiyor. Burada inerseniz Mirador de Colón, Museu Maritim, Aquàrium de Barcelona’ya gidebilirsiniz. Liceu metro durağı Las Ramblas’ın ortasında, Mercat de la Bouqeria’ya yorulmadan gideyim diyenler için.. Biz Catalunya Meydanından denize doğru cadde boyunca yürümek ve Barcelona gecesine merhaba demek istedik.
Arapça “nehir yatağı” anlamında gelen “ramla” kelimesinden türetilen ismi alan cadde eskiden bir nehir yatağıymış. Bugünse tıpkı İstanbul’daki İstiklal Caddesi gibi çoğunluğu turist kalabalığından oluşan insan nehirine yol oluyor. Bu cadde İstiklal’in 3-4 katı uzunluğunda ve genişliğinde ve şehrin önemli ana yollarından birisi. Caddeyi bu kadar ünlü yapan her daim hareketli oluşu, cadde boyunca pandomim yapan göstericiler, sokak ressamları, müzisyenler, çiçek satıcıları, evcil hayvan satıcıları, cafeler ve hediyelik eşya dükkanları ile dolu. Las Ramlas’ın ara sokaklarında kaybolmak aklımızda kaldı.. Bir dahaki sefere mutlaka yapma niyetiyle erteledik. Cadde üzerindeki opera binası ve katedrali de sadece dışarıdan izlemekle yetindik.
Sanki İspanyollar’a özenip akşam yemeği saatimizi bizim için çok geç bir saate 23:00’e bırakmıştık. Las Ramblas ortalarında bir cafeye ait masalara oturmuş ve 11 €’ya tapas + paella + sangria’dan oluşan birer menü alıp insanları izleyerek bir yandan da ertesi günün planını yaptık.
Tapa aslında küçük tabaklar içinde sunulan bir çeşit meze anlamına geliyor. Eskiden Güney İspanya’da şarap mahzenleri kadehle şarap servisi yaparken tozdan, çöpten, sinekten korumak için kadehin üzerini bir tabakla kapatırlarmış. Zamanla tabağın içi de boş olmasın diye şarapla birlikte iyi giden bir yiyecek koymaya başlamışlar. Bizdeki tıpa sözcüğünü andıran “Tapa” bu tabağın adıymış. Barlarda küçük tabaklarda ikram edilen yiyeceklere de tapa denmeye başlanmış. Herşey tapa olabiliyor, biz yeşil zeytin’e meze muamelesi yapılmasına ve biranın yanında getirilmesine şaşıracaktık mesela önümüzdeki günlerde… En lezzetli tapas’ı Granada’da yani doğuş yerinde yiyebileceğimizi ama artık turistik her şehirde tapas barlar oladuğunu görüyorduk.
Yerel içki sangria ise kırmızı şarap, meyve suyu, meyve parçacıkları ve buzla hazırlanıyor. Farklı yerlerde farklı tariflerle hazırlandığından daha şekerli, daha alkollü (bazı tariflerde içine votka da konuyor) içilebilmesi mümkün.. Tatlı bir içecek olduğundan yemekle pek iyi gitmiyor… Biz de baktık yemeğin yanında iyi gitmiyor, yemekten sonra içelim dedik ve sona bıraktık. Meğerse sadece turistler yemeğin yanında tüketiyormuş… Bilmeden gezi boyunca sık sık olduğu gibi yine İspanyol sanılmıştık.
Paella ise safranlı ve içine birşeyler (tercihen sebze ve deniz mahsülleri) karıştırılan geleneksel pilavları. Ana çıkış noktası Valencia olmasına karşın her yerde bulmak mümkün…
Menüde Paella’ya alternatif olarak pizza da seçilebiliyordu. Biz de paellanın güzel yapılamayabileceği riskine karşılık yemeği sağlama almak için 2 kişi pizza bir kişi paella söyleyerek birer menü oluşturduk. Ama tapas beklediğimizden çok geldiğinden 3 kişi 2 menüyle doyabileceğimize hayıflandık. Tapas olarak domuz tüketmek istemediğimizden ve menü aldığımızdan burada seçeneğimiz kısıtlıydı ama biz en sevdiğimiz fırında kızartılmış patatesi seçtik. Diğer seçeneğimiz dana etinden kroketi de yedik ama sonradan bunun dana eti olmama ihtimalinin yüksekliği biraz canımızı sıktı…
Dönüşte ise Mirador de Colón’u görüp çeşitli açılardan gece fotoğrafını çekip Rambla del Mar boyunca yürüyüp yat limanının yanıbaşındaki tahta köprüden geçerek Port Vell’e geldik. Rambla del Mar üzerinde çoğunluğu Uruguay ve Senegal’den gelen taklit çanta, gözlük satıcıları bulunmakta. İtalya’yı olduğu gibi İspanya’yı da ele geçirmişler belli ki… Maremàgnum ve Aquàrium’un arkasından dolaşarak Mall d’Espanya’ya vardık. Palmiyelerle süslü yol boyunca bir yandan şarkı söyleyerek yürüdüğümüz Drassanes durağından metroya binerek otelimizin yolunu tuttuk.
Barcelona’da yüksek her binaya çıkış mümkünmüş, yükseklik korkunuz yoksa aklınızda bulunsun..