2 Ağustos 2009 – Pazar
Otelden çıkmak üzereyken kapıda gördük ki tur kafilesinden biri hastalanmış. Otelde çay ve kola dışında birşey bulamamışlar. Doktor ve hastane ulaşımı için sabahı beklemişler. Derdinizi anlatabilmek için İspanyolca bilmek gerek.. Neyseki hastalanan kişinin arkadaşı kafilede rehberden başka İspanyolca bilen tek kişiydi (Cervantes Enstitüsü’nde 9 kuru da tamamlamış… Ben de böyle olur muyum acaba?), dertlerini anlatmak onlar için biraz olsun kolay oldu. Hastalıklarım veya neremin ağrıdığı gibi şeyleri İngilizce bile anlatabileceğime emin değilim. Ama eğer yurtdışı seyahat ediyorsanız bunları da öğrenmek gerektiğini bir müsibetle görmüş oldum..
Malum müzeler pazartesi günü kapalı, pazar günü ise siesta saatine kadar açık ama Museu Maritim, (Denizcilik müzesi) pazartesi günü de açık. Görmek istediğimiz yerleri sıralayıp bazılarından vazgeçmek suretiyle rotamızı revize ediyoruz. İlk gideceğimiz yer kendi aramızda “saray” olarak dile getirdiğimiz muhteşem mimarili Pallau Nacional de Montinic Museu Nacional d’Art de Catalunya (MNAC) yani Katalunya Ulusal Sanat Müzesi. Bu müze salı-cumartesi günleri 10-19 arası, pazar günü saat 10-14:30 arası açık. Tam 8,5€, öğrenci 5 €, 15 yaşın altındakiler ve 65 yaşın üstündekiler için giriş ise ücretsiz. Her ayın ilk pazar günü ise ücretsiz, diğer deyişle: “halk günü”. Biz de Ağustos ayının ilk pazar günü gittiğimiz için herhangi bir ücret ödemeden girdik.
Metrodan Espanya durağında indiğinizde doğruca Plaça Espanya’ya çıkılıyor. Plaça Espanya’dan Av. Reina Maria Cristina boyunca fıskiyeler eşliğinde yürüyoruz, Anıtkabirdeki Aslanlı Yol’a benzeterek. Önce Font Màgica de Monjuic karşılıyor bizi adından da anlaşıldığı üzere Montjuic bölgesindeki Sihirli Çeşme/Fıskiye… Su gösterileri ile biraz dinleniyoruz, akşam ışıklandırmalar eşliğinde oluyormuş, keşke uzun zaman kalsaydık da akşamını görmeye de gelseydik diyerek yürümeye devam ediyoruz. Burada da yürüyen merdivenler imdadımıza koşuyor.
Sahilden sonra gideceğimiz yer La Sagrada Familia’ydı. İspanyollar ve Katalanlar hiç de anlatıldığı gibi yardım etmekten kaçan insanlar değiller. Az İngilizceleri ve az İspanyolcamızla ama çok Akdenizliliğimizle tariflediler hangi otobüse nereden bineceğimizi. Hospital del Mar yakınlarına kadar yürüyerek şehirde kullanılan bisikletlerin kiralama sistemini incelemiş ve Barcelonetta’yı hızlıca gezmiş de olduk. Pla del Palau – Govern Civil durağında otobüsü kaçırıp bir yarım saat daha 51 numaralı otobüsü bekledik, sıcakkanlı İspanyollar ile.. Kendileri indikten kaç durak sonra inmemiz gerektiğini söylemeden inmediler otobüsten.
Sanata dehalar kazandıran İspanyolların mimarlık dehası Gaudi ile Barcelona’da tanıştık mimari eğitimi alanların aksine… Şehrin sanatla barışmasının olimpiyatlara ev sahipliği yapması ile olduğunu söyleseler de Paris şehir planıyla konumlanmış şehri ve Gaudi eserlerini gördüğünüzde sanatın çok önceden sokakta olduğunu görüyorsunuz.
Antonio Gaudi’nin en önemli eserinin bu bitmeyen kilise olduğuna hiç şüphemiz kalmıyor. Kapadokya’mızın peri bacalarından etkilenerek tasarladığı iddia edilen bu kilise Gaudi’nin çizimlerine uyularak halkın bağışları ile tamamlanmaya çalışılmakta.. Biz turizm ve bağış toplama kaygısıyla bilerek bitirilmediğini düşünürken işin uzmanıyla konuşurken teknik olarak güç bir yapı olması nedeniyle 126 yıldır yapımı süren bu yapının tamamlanamadığını söyledi, tıpkı peri bacalarının tamir edilememesi gibi… Bugünkü teknoloji ve hızla ancak 2050 yılında bitirilebileceğini de eklemeyi unutmadan.. Gaudi tüm eserlerinde olduğu gibi bunda da doğadan etkilenmiş; salyangoz figürleri, ağaç dalları gibi kolonlarla inşa etmiş. Bittiğinde eşit boylardaki 12 tanesi İsa’nın havarilerini, biri İsa’yı ve biri de Meryem’i simgeleyecek 14 kulesi olacakmış.
Gaudi’nin 1926 yılında “bakalım nasıl olmuş” diye geri geri yürürken tramvay çarparak yaralanması, hırpani giysileri nedeniyle dilenci sanılarak kimsenin aracına almak istememesi nedeniyle gecikmeli olarak hastaneye kaldırılması sonucu iki gün içinde ölmesi bizi ayrıca etkiledi. Hala inşaat halinde olduğu için rehberimizin ve araştırmalarımızın yönlendirmesi sonucu 8 € verip içeri girmeye, 2 € verip asansörle biten kulelerden birine çıkmaya hiç yeltenmedik. Bunun yerine yerel halkın ibadeti için açılan kısımdan içeriye girip içeriyi ve inşaatı bir köşeden izlemeyi tercih ettik.
Tapınağın gece ışıklandırılmış halini görmek için Av. Diagonal’de ertesi gün için biraz keşif turu yaptıktan sonra yine KFC’de Amerika’lıların deyimiyle “lunner” (LUNch+dinNER) yani öğle ve akşam yemeğini birleştirdik. Gece ışıklandırmasını gördükten sonra fotoğraf makinelerimizi bırakıp üzerimizi değiştirmek üzere tramvay ve metro ile otelimize döndük. Tramvaydan yanlışlıkla Sant Just durağında inmemiz bize 20 dakikalık bir yürüyüşe mal oldu.
Barcelona’da eğlenmek için tercihimiz Port Vell (eski liman)’de yat limanının yanındaki alışveriş merkezi Maremagnum’un içindeki gece kulübüydü. Normalde giriş ücretleri olmasına karşın eğer kapıdaki görevlilere göre çok ters görünmüyorsanız bizim gibi ücret ödemeden girebilirsiniz. Latin, zenci, Pakistanlı, Amerikalı 72 milletten insanın birarada bulunduğu bu eğlence mekanlarında sadece Pakistanlılar ve zenciler sizi bunaltmayı başarıyor. Dans etmek istemediğinizi söylediğinizde ikinci kez sorularak rahatsız dahi edilmeyeceğiniz garanti.
Gece otele dönüş için otelimiz yakınından geçen N12’ye bindik. Varış noktası için telaşlanıp şöfore sorduğumuzda, bir önceki durakta inmiş olmamız gerektiğini, ancak ring sefer olduğu için tekrar o bölgeden geçeceğimizi anlattı (evet biraz İspanyolca bolca el kol hareketi ile). Sant Felliu’da inip otele 5-6 dakikalık bir yürüyüş ile sabaha karşı 4’te vardık. Ertesi gün yine 9’da otelden çıkmayı hedeflediğimizden uyku pek bir kıymetliydi…