Bayramda Bodrum

Yıllardan beri bir hafta boyunca süren düğünlerini – eğlencelerini dinlediğim ve yolumun bir türlü varmadığı Bodrum’a gitmek hep aklımdaydı. Doğma büyüme Yalıkavak’lı bir dostum olunca gerçekleştirmek hayal de sayılmazdı. İspanya’dan dönerken hayalini kurmaya başlamıştık… Dağbelen köyünde trekking yapacak, Bodrum sularında maviliklere dalacak, Halikarnas’ta eğlenecek, Gümüşlük’te balık yiyecektik. Rehberlerimiz, yarenlerimiz dostumun kardeşi ve arkadaşları olacaktı…

İki kişiydik, önce üç olduk, sonra belki dört kişi olacaktık ama son dakika da olamadık… Bayramda gidecek olunca 1 ay önceden de bakmış olsak gecikmiştik ucuz, en azından normal fiyatla uçak bileti bulmaya… Gidiş için bilet almakta gecikip ancak kişi başı 498 TL’ye uçak bileti bulabildiğimizden arabayla gitmeye karar verdik. Bayrama program yapacaksanız en az 2 ay öncesinden alın biletinizi, yoksa bizim gibi 12 saat direksiyona talim edersiniz. Gerçi bir gezgin yolu da tatilden ve gezmekten saydığından ben halimden çok memnundum.

Yine de İDO sağolsun, bayram için ek sefer koydu da Yenikapı  – Bursa Hızlıferibotu ile körfezi geçtik, zamandan, yoldan ve enerjiden kazandık. Araçlı yolcu 80 TL, ek yolcular 15 TL. Eğer siz de bizim gibi dizel bir araçla gidecekseniz Bandırma feribotunu kullanmaktan daha ekonomik oluyor. Ve bir de nispeten daha tenha…

Feribota dair kısa notlar:

  • Adı hızlı feribot olsa da pek hızlı değil.. En azından içinde giderken hiç hissedilmiyor. Gerçi bu iyi birşey 🙂
  • İçeride telefon kullanmak yasak, ama ücretsiz wireless kaçırılacak gibi değil.

 18 Eylül Cuma 22:30 ve Yolculuk

18 Eylül Cuma akşamı 22:30 bindiğimiz Bursa ferbotu bizi 19 Eylül 00:00’da Mudanya’ya getirdikten sonra iPod’dan seçtiğimiz şarkılar, marketten aldığımız abur cuburlar, ve her daim sohbet edebilen üç arkadaş yola koyulduk. İlk şarkımız belliydi; Bulutsuzluk Özlemi: Güneye Giderken!… Takılıp defalarca dinlediğimiz şarkılar, tek şoför kullanacak diye uyutmama telaşı, bazen 5 dakika uyuyup görevi dostuma devrederek co-pilotluk yaparak yol aldık. Susurluk’ta Varan tesislerinde verdiğimiz molada yediğimiz kaşarlı tost ve içtiğimiz ayran bizi tatmin etmese de dönüşte yine gelecektik. İzmir – Aydın otoyolunda bir diğeri Sapanca’da Adapazarı – İstanbul otoyolunda olan köprü üstü fastfood zincirinde durakladık. Şoförümüz için masaj molası, bizim için uyuklama molasıydı. Güneş yükselirken Söke’den Bodrum’a yol alıyorduk. Bafa Gölü’nün kenarında Kamil Dayı’nın yerini görünce hemen bir çay molası verdik. Sıcaklıkları, sohbetleri, güzel çayları ve omletleriyle gönlümüzde yer ediverdi Kamil Dayı’yla karısı…

İstanbul’dayken bizimle olan, Otoyol’da kaybetmeye başladığım, Yalıkavak’a vardığımda tamamen gitmiş olan, ve iki haftanın ardından yerine gelen şey ise sesimdi! Tüm tatili sessiz geçirmem mümkün olmadığından, kah kısık sesle, kah hormon bozukluğu varmışçasına bir sesle yine bol bol konuşarak geçirdim…

19 Eylül Cumartesi – Arife Günü

Bodrum’un içinden geçerek vardık Yalıkavak’a sabah saat 10 sularında. Üstüste evleriyle beton yığınına dönmüş Bodrum’un ardından bizi mandalina bahçeleriyle kucaklayan Yalıkavak inşallah hep böyle kalır…

Yalıkavak’ta dostumun evinde kalacaktık. Anne – babası, uyuyan kardeşi, konuşkan, sevecen babaannesi ve sonradan tanışacağımız amca ve teyzelerle geçecekti bayram biraz da…

Öğlene kadar dinlendikten sonra denize girmeden olmaz diyerek, Alacain’e gittik. Kaya Mezarlarının önündeki koy havuz gibiydi. Derinliği bilmeseniz, elinizi atınca erişebileceğinizi sandığınız temizlikte, berraklıkta… Bu yıl Marmara Adası dışında deniz tatili yapmadığımdan ilaç gibi geldi sular… Buruşana kadar çıkmadım. Ama o da ne! İlaç gibi gelen sular yüzünden mi bilinmez kabarcık kabarcık olmuştum! Daha iyi görüp ne olduğunu anlamak için aceleyle lensimi takmaya çalışırken bir lensimi de şakacı Yalıkavak rüzgarı alıvermesin mi?! Neyse ki böylesine önemli bir şeyin yedeği yanımdaydı da sorun olmadı…

“Bizim oğlan” ve “10 numara”nın bize katılmasıyla oldukça keyifli saatler geçirdiğimiz Alacain, Kaya Mezarlar ve “çeti”lerle boğuşmanın ardından, duşumuzu alıp arife gününün iftarına yetişmek üzere dostumun evine gittik. Yemeğin ardından bize hoş geldin demek üzere gelen yengeler, kuzenler ile biraz sohbet ettikten sonra “bizim oğlan”, “10 numara” ve “kardeş”le birlikte Yalıkavak merkezine gittik. Yolumuz üstündeki beyaz caminin gece ışıklandırmanın etkisiyle gece kulübü gibi göründüğünü görünce “eee Bodrum ne de olsa” demekten kendimizi alamadık :)  Çökertme türküsünün öyküsünü bir de “bizim oğlan”dan dinledik, Halil ve Gülsüm heykelinin önünde, Bodrum şivesiyle… Sahilde yürüyüşün ardından sesim çıksın biraz diye bir cafeye girip adaçayı ikram etmeyi ihmal etmediler. Ertesi gün erken kalkmak gerektiğinden ve uykusuz ve yorgun bir gece geçirdiğimizden vakit geceyarısı olduğunda eve döndük.

20 Eylül Pazar – Bayram 1. Günü 

Bayram sabahları erken kalkmayı adet edindiğimden yine erkenden kalktım. Ya da bu kez öyle olduğunu sandım çünkü evin reisi camiden bayram namazından dönmüştü. Elimizi yüzümüzü yıkayıp giyindikten sonra sofraya oturmadan bayramlaştık ev halkıyla… Benden yalnızca üç yaş büyük olsa da bayramda büyük bir keyifle elini öptürdü dostum. Bayram harçlığına ise veresiye teklif etmesini hiç yakıştıramadım 🙂

Kankamı öğlene kadar ailesiyle bayramlaşmak üzere bırakıp  “1 numara” ile birlikte Yalıkavak merkeze gittik denize girmek üzere. Bayram olmasının sakinliğiyle yalnızca bizim gibi “turist”ler vardı sahilde.. Denizi anlatmak, kumsaldaki minderlere uzanıp kitap okumayı ve İstanbul’da bıraktıklarımızla konuşmanın keyfini, bir kadeh bir şeyler içmenin tadını anlatmak zor… Yapılması ve görülmesi tavsiye edilir…

Öğlen saat 2 buçukta evde buluşup toplam 7 kişi, küçük bir kaçak etkinlik grubu olmuştuk: 1 numara, Kanka, Kuzen, Kardeş, 10 numara, Bizim oğlan ve Gezgin. Minibüsle Dağbelen köyü yakınlarına gidip yürüyüşümüzü Dağbelen köyünden başlattık. Tabi kankamın köyü olduğundan yolda karşılaştığımız veya evlerine uğradığımız kimselerin çikolata, şeker, hatta baklava ikramlarına yol üstündeki lezzetli böğürtlen ve üzümlerin göz hakkı birleşince yine tadından bitmez bir yürüyüş yaptığımızı fark ettik… Amacımız Gölköye inmekti, ama biz önce tepedeki kilise kalıntısını, oradaki Türkbükü manzarasını izleyecek, ardından Farilya köyündeki at çiftliğine uğrayıp belki de ata binecektik. Farilya’ya inerken dağ yolunda telefondan çaldığımız “Kerimoğlu” ve “Sepetçioğlu” zeybekleri eşliğinde “4 goca bodrumlu”ya zeybek oynatmak, onları izlemek tarif edilemez ve başka türlü alınamaz bir güzel andı…

1 ve 10 numara Farilya’da ata binerken, biz paçalı  tavuk, kabarık kafalı horoz, minik köpek “lucky”, mahzun mahzun bize bakan atları severek zaman geçirdik. Yola çıkmak için uzun bir yürüyüş bizi bekliyordu, ama neyse ki balkabağından mücver gibi yapılan “kabak köftesi” ve atıştırmalıklarımız bize enerji vermişti. Ana yola bağlanırken “açık hava ağaç heykel müzesi” olarak adlandırdıkları alandaki ağaç heykellerin bazıları çok eğlenceli ve güzeldi. Minibüs bulmak veya bizi alabilecek tanıdık bir büyük araba bulmak üzere Gündoğan’a doğru yürümeye devam ettik. Gün batıyor, biz hala yürüyorduk. Neyse ki yoldan geçen bir pikapın sahibi bizim gençlerin bayramlaşmaya giden okul arkadaşı çıktı da, daha fazla beklemeden Yalıkavak’a vardık.

Akşam yemeğini Gümüşlük’te “Yalıbalık”ta yiyecektik. Kuzen gelmedi ama iki güzel insan daha katıldı bize. İki araba dolusu kanı deli aktığı tescilli 8 genç  Gümüşlük’e gittik. Mekanın sahibi bize deniz kenarındaki bir masayı hazırlamıştı ve dalgalar ayağımıza vururken bir yandan günü konuşuyor, bir yandan 1 numara ve bana Kerimoğlu oynamayı öğretmelerini istiyor, bir yandan da ertesi günün planlarını yapıyorduk. Ahtapot, kalamar, beyaz peynir, kavun, patlıcan musakka, kabak çiçeği dolması, salata ve Levrek yanında buzsuz rakısını da bulmuştu. Serinleyen havaya rağmen montlarımızın üzerine aldığımız şallarla yıldızların altında, deniz kenarında keyfimizi elden bırakmadık. “Goca Bodrumlular” bizi kırmadılar, öğrettiler de zeybeği… Pratiğe ihtiyacımız var dedik, düğünlerinde zeybek oynama hayalleri ve dilekleriyle oturduk masaya yeniden. Geceyi 1 buçukta kapattık, ertesi günü düşünerek…

21 Eylül Pazartesi – Bayram 2. Günü

Günün planı dalış! Ancak sesimin kısıklığına bir de endişem eklenince hayalini kursam da vazgeçiyorum tüplü  dalış yapmaktan… İsis’le açıldığımız Bodrum sularında 1 numara, Kanka ve Kuzen dalış yaparken tekneden akvaryum gibi denizi, atılan ekmekleri yemek için çırpınan canlı “balık-ekmek”leri izliyor, bol bol yüzüyorum… Sahil güvenlik teknesinin batığını görmek ve bröve dalışlarımı tamamlamak güzel olurdu ama sağlık her şeyden önemli. Teknede olduğum sürede D vitamini eksikliğine güneşten aldığım desteği ise söylemeye bile gerek yok…

Saat 5 sularında Bodrum’a geri dönüyoruz. Bodrum kalesi gezisi, Heredot heykeli ile çektirdiğimiz fotoğrafları  da anı torbamıza doldurup güneşi değirmenlerden batırmak üzere Yalıkavak yoluna düşüyoruz.

 Akşam yemeğini evde aileyle birlikte yedikten sonra kabak çiçeği dolmasının ne lezzetli, Yalıkavak usulü ev baklavasının ne kadar çok katlı ve lezzetli olduğunu bir kez daha anladık.

Ertesi gün yola çıkacağımızdan iki gün  önce hoş geldin demek için gelen misafirler bu kez güle güle gidin demeye geldiler… Saat  10’a kadar beklediğimiz genç Yalıkavaklılar gelmeyince, onlarla Bodrum’da buluşmak üzere evden çıktık. Bodrum barlar sokağı yazın televizyonlara düşen görüntülerin aksine sakindi. Önceki geceki Gümüşlük ekibi toplanınca Bodrum Marina’nın karşısındaki “Helva” adlı mekana gittik. Fiyatları İstanbul’la aynı, genellikle yerli müzik çalıyorlar. O gün adım atacak yer yoktu… Bodrumlular ve ziyaretçiler tarafından belli ki seviliyor…

22 Eylül Salı – Bayram 3. Günü 

Sabah kahvaltısının ardından vedalaşmak, kankamın ailesi tarafından da oralarda birbirinize emanetsiniz diyerek kucaklaşmalar ardından arkamızdan bir tas su dökerek uğurlandık…

Vedalaşmaların ve dönüşlerin üzücü olmasına karşın, yollar bize memleket olduğundan ve İstanbul da kavuşmalar vaat ettiğinden huzurlu ve sakin bir yolculuk geçirdik. Bu kez Otoyol kenarındaki dinlenme tesisinde mola verdiğimizde geleneksel çöp şiş yemeyi ihmal etmedik.

Susurluk’ta yine Varan tesislerinde mola verdik. Ben sadece – iyi ki – meyve ile yetindim. Kankam mantı, 1 numara çorba ve dürüm yediler. Ama söylediklerine ve yorumlarına bakılırsa, 10 üzerinden sadece 2 puan alabilir bir yemekti: hem pahalı, hem soğuk, hem de lezzetsiz. Siz siz olun kamyoncu yerlerinden şaşmayın…

İstanbul’a dönüş yolunda akılda kalan bir diğer şey ise feribot İstanbul’a yaklaşırken ışıklarından neresi olduğunu tahmin etme oyunumuzdu. Üzülerek gördük ki, medeniyette üstün çekiciliği ve ışıltısıyla her döneme damgasını vuran İstanbul, Avrupa kentlerinin aksine gece karanlık altında… bu şehir daha güzel bir ışıklandırmayı hak ediyor…

Feribottan aklımızda Bodrum, dudaklarımızda Muğla’nın Yeşilyurt (Pisi) kasabasından olan Kerimoğlu efeye yakılan kıvrak (hızlı) Kerimoğlu türküsünü söyleyerek indik:

kerimoğlu duvarlardan atladı
silahların beşi birden patladı

vur davulcu davulların inlesin
ben gidiyom koca bodrum dinlesin

Gezgin