Rüzgarla, göğü delen yağmurlarla İstanbul’u kışa sürükleyen Kasım ayının 8. Günü ılık bir meltem esti Cemal Reşit Rey sahnesinden salona, kulaklarımızdan içimize; Fazıl Say’ın piyanosundan, Patricia Kopatchinskaja’nın kemanından çıkan ezgilerle yayılan…
Salon ve balkonlarda bir tane bile boş yer yoktu, yetmezmiş gibi, hepimizi kıskandırırcasına sahneye 100’ün üzerinde sandalye koyulmuştu, seyircisi hepimizden önce gelen… Salonda boş yer nasıl olsun? Bilet satışa çıktığı gün karar veremeyip hangi bölümden alacağımıza ertesi güne bırakmıştık ve işte X sırasında, yani en arkadan 3. Sırada izlemiştik konseri…
Franz Schubert’in La minör (D385) Sonat’ını ve Johannes Brahms’ın Re minör (No.3) Sonat’ını çaldıkları ilk 45 dakika uyandıktan sonra 5 dakika daha diyerek yeniden uykuya daldığınız o tarif edilemez güzellikteki ama kısacık uykuda geçen zaman gibiydi…
Beethoven’in Sol majör (No.8) sonatının ardından Manuel de Falla’nın Popüler İspanyol Süiti’n çalmaları ise kahvenin yanında ikram edilen kurabiyeler kadar şaşırtıcı ve güzeldi… “Sadık olmayan bir sevgilinin çok değerli olmadığını” anlatan sözler içeren ‘El pano moruno’ ile başlayan Süit bittiğinde, konserin ne kadar çabuk bitiverdiğine şaşırdık…
Neyse ki, Für Elise’nin caz yorumuyla Bis için yeniden sahneye geldiler… Yetmedi, ikincisini istedik… Summer Time’ın caz yorumuyla yeniden oradaydılar… Sevilen her şey gibi o da çok çabuk bitti… Ama inançlı ve ısrarcı seyirciler olarak şansımızı bir kez daha denedik, ve evet, işe yaradı! Perpretuum Mobile ile karşımızdaydılar… Ama tüm ısrarlarımıza rağmen 4. bisi yapmadılar… Tüm salon ayakta alkışladık, dahi piyanistimizi, bizce o 21. Yüzyılın en büyük sanatçılarındandı… Patricia ise enerjisi ve yeteneğiyle alkışlardan hakettiği payını elbette alıyordu…
Bir sonraki konserleri 20 Aralık 2009’da… Mutlaka gidin, ama bilet almak için acele edin, 2. günün sonunda kalmıyor