Yıllardan beri hayal ettiğim ama bir türlü yaşayamadığım nehir üstünde botla adrenalin zirvesini bu yıl Doğa Gezgini dostlar ile gerçekleştirmek için planlarımız 1 yıl öncesinden başladı. İstanbul’a en yakın Rafting yapılan Melen Çayı en zevkli, en yüksek debili akışını Mart – Nisan ayında, dağlardaki karlar eriyip de ona kavuşunca yaşıyordu. 1’den 6’ya kadar zorluk derecelendirmede Melen 3 zorluk derecesi ile orta zorlukta bir parkurdu. Önceki yıl rafting kararımız, o dönemde Melen’in uslanması nedeniyle 2010’a ertelendi… 6 ay öncesinde ise aktivite planlarına dahil edildi, kimseye söz verilmesindi, 28 Mart’ta Melen’de Rafting keyfi yapılacaktı!
27 Mart akşamı (iç sesler):
-
28 Mart’ta yaz saati uygulamasına geçilecek aman saatleri 1 saat ileri almayı unutma, yoksa minibüsü kaçırırsın!
-
Bir saat az mı uyumuş olacağız o zaman
-
Küresel ısınmayla mücadele amacıyla Doğal Hayatı Koruma Vakfı bu yıl da Dünya Saati (Earth Hour) hareketini, 20.30-21.30 saatleri arasında yapacak. Işıkları ve elektrikli tüm aletleri kapatayım ben de!
-
Bir taşla iki kuş o zaman, saati ileri alıp erkenden yatsam?
-
Telefon kendim alacağım ileri değiştirmeye emin misin diye soruyor, ya değiştirmezse? En iyisi saati bir de bir saat öncesine kurmak! 4:30’da uyanır bir daha uyurum olmadı…
Yaz saati uygulamasıyla işe erken başlamak ve çıkmak, aydınlatma, ısıtma-soğutma açısından önem taşıyor… Bu sayede her yıl, “orta ölçekli” bir hidroelektrik santralinin yıllık üretimi kadar tasarruf sağlanıyormuş. Bu yıl da, yaz saati uygulaması ile yıllık 500-600 milyon kWh tasarruf sağlanması bekleniyormuş… Orta ölçekli bir hidroelektrik santrali kadar tasarruf sağlanması beklenen bir uygulamanın başlangıcında, üzerine hidroelektrik santral kurulması planlanan Melen’de olmak bir yandan da ironi taşıyordu…
Bir gece öncesinde tahmin ettiğim gibi saat 4:30’da uyanmış sonra tekrar uyumuştum. Mayomu içime giymiş, yürüyüş giysilerinin yerine bu kez kot pantolonum ve spor ayakkabılarımı geçirivermiştim üzerime. Gezginliğim kadar üşümelerim ve beyazlaşmamla ünlü olduğumdan ismimi listede görenler zaten şaşırmışlardı ama yine inceden kalına lahana gibi giyinmiştim. Yedek çamaşırlarım ve çorabım, rafting yaparken giyeceğim ayakkabım, müzik çalarım, suyum, hatta kitabım da çantamda yerini almıştı. Altunizade durağına araç 7:10’da gelecekti, ama eşyalarımı bir gece önceden hazırlama alışkanlığının etkisiyle 6:10’da evden çıkmaya hazırdım…
Altunizade’ye vardığımda saat 6:40’tı ve FEM dersanesi önündeki durakta toplaşana kadarki zamanı kitap okuyarak geçirecektim. Birer birer gelmeye başlayan gezginlerle sabahın sessizliği yerini sokaklara taşan enerjiye bıraktı… Aracımızın da gelmesiyle yola düştük… Sabah mahmurluğuna rağmen, gözler tanıdık yüzleri gördükçe kocaman gülümsemeler ağızlardan kulaklara yayılıyor, hemen o an sohbete girişilmese bile bütün gün birlikte olunacağını bilmek baharın taze enerjisini veriyordu. Son yolcumuzu da Gebze’de aldıktan sonra Sapanca’daki uyanma ve ihtiyaç molasına kadar erken uyanmaktan gelen yorgunluğumuzu uğurladık rahat koltuklarımızda…
Düzce’nin Cumayeri ilçesine bağlı Dokuzdeğirmen köyüne, Talimhane Doğa Aktiviteleri Merkezi’nin tesislerine ulaştığımızda, orada yapacakları kahvaltıyı boş vermiş raft adı verilen 6 – 8 kişilik botlara koşturan 29 gezgin indi araçtan. İlk heyecanımızı atamadan yanı başımızda Karadeniz cömertliğiyle baharlıklarını giyinmiş dağlara bakıp izin istedik birazdan üzerinde olacağımız, coşkunluğunu yaşayacağımız Melen çayını işaret ederek… Güneş açtı, gülümsedi bizlere, “Melen de bizden, iznin lafı mı olur?! Tadını çıkartın!” dercesine…
Bizi karşılayan Dilek Hanım’ın yönlendirmesiyle yol yorgunluğumuzu atmamız için sade ve doyurucu bir kahvaltıya buyur edildikten sonra, masadaki dostlarla yenilenebilir enerji üzerine sohbete girişip Doğa Gezgini dostlarımızın hazırlanmaya başladıklarını fark edemedik bile… Dışarıdaki koşuşturmanın azalmasıyla kendimize gelip hemen rehberlerin yanında aldık soluğu; rafting için gerekli olan neopren giysilerimizi alıp giyinmek üzere tesisin iç tarafına geçtik. Çok üşüdüğümden iki neopren giysiyi üst üste giyecektim ama bu giysileri kuruyken giymek bir hayli zordu. Kollarını giymesi gereken yere bacaklarını sığdırmaya çalışanlarımız bile vardı. Yardımlaşarak giysilerin fermuarlarını kapatıp, kendimizi balıkadam gibi hissederek çıktık dışarıya. Sırada kask ve yüzerlik yeleklerimizi almak vardı. Şanslı olanlarımız patiklerini de aldılar, biz sona kalanlar ise yanımızda yedek getirdiğimiz ıslanmasına razı olduğumuz ayakkabılarımızı giydik. Çünkü Talimhane D. A. M.’da bizden başka bir ekip daha misafir ediliyordu. Nehir rehberleri raft adı verilen botların yanında yerlerini almışlar ve “doğa ile akmak” adına gerekli bilgileri vermek üzere bizi bekliyorlardı. Temel ekipman olan kürek nasıl tutulur, nasıl çekilir, eş zamanlı hareket etmenin önemi nedir, bottan düşmemek için nasıl oturmak gerekir, oldu ki düşülürse hangi pozisyon alınmalıdır, düşen kişi nasıl bota çekilir gibi temel konuları öğrendikten sonra ekiplere bölündük.
Biz masada sohbete dalanlara (GezgiN, Fatih, İbrahim, Çağrı) ek olarak Serdar, Özkan, Işın ve arkadaşının da bizimle aynı ekibe dahil olmasıyla 6 erkek, 2 kadından oluşan 8 kişilik ekibimize Nehir Rehberi Alper eşlik ediyordu. Botumuz bizi taşımadan önce, ellerimizin üzerine alıp nehre onu önce biz taşıdık. Gerçi en önde Alper Rehber botu öyle havalandırmıştı ki gerideki ben ve İbrahim yükün farkında bile değildik. 🙂 Hepimiz botta yerimizi aldık ve doğaya uyum işte o zaman başladı.
Bu keyfi, bu heyecanı bırakın birkaç cümleyi birkaç paragrafta anlatmak benim becerilerimin üzerinde… Yine de anlatmaya çalışacağım… 12 km’lik parkurun ilk 2 km’sinde Melen bize “hoş geldiniz” diyerek sakinlikle ev sahipliği yaptı. Ama o 2 km’nin sonunda misafirliğimiz bitmişti ve bizi karşılaştığı kayalar, dallar, kütüklerle tanıştırmaya başlamıştı… Dallardan korunmak için birbirimizi uyarmalarımız, solumuzu sağımızı karıştırıp kürek çekmeyi unutuşlarımız, diğer ekiplerde devrilen botlardan gezgin ve kürek ganimetleri toplamalarımız, çay molası vermek demenin Melen’e düşmek olup olmadığı düşünceleri, biri parkurun hemen başında, biri ortalarında düşen arkadaşlarımızı bota çekme heyecanımız, yükseltilere hangi taraftan girip kimin eğlenceden o seferinde pay alacağına karar veren rehberimiz, botlar arası su savaşları ve parkuru önde bitirmek için giriştiğimiz yarış ile uyumlu kürek çekmek için tutturduğumuz tempo ve şarkılarımız…
“Düzgün kürek, erken yemek” temposuyla en geriden gelip Alper rehberin de Çay’ı avucunun içi gibi tanımasıyla tüm ekiplerin önüne geçtik… Motivasyonumuz kuru giysilere ilk kavuşmak, fındık sobasının başında, armut minderlere oturmak ve yemek sırasında önlerde olmaktı… Botumuz hiç devrilmeden bitişe geldiğimizde 5 arkadaşımız kendilerini Melen’e bıraktılar… Biz geride kalanlar Düzce il sınırlarında başladığımız nehir yolculuğumuzu yaklaşık 2,5 saatin ardından Adapazarı ili sınırlarında Beyler köyünde botumuzu yanaştırdıktan sonra karaya çıkan ilk Gezgin raftingcilerdik. Kasklarımız ve yüzerlik yeleklerimizi bota bırakıp kuru giysilere koşturduk. Arkadaşlarımız yemeklerini alıp masalara geçerken, biz domates çorbası, Talimhane pilavı, ızgara tavuk ve köfte ile salatalarımızı alıp sobanın başındaki yerimizi aldık.
Gezinin fotoğraflarını çeken Metin Bey’in ticari kaygıları nedeniyle anlaşmazlığa düşmemiz biraz canımız sıksa da hiç bir şey, her zaman üzerinde yürüdüğümüz dağlara bu kez başka bir açıdan bakmanın ve tadını çıkartmanın keyfinden sonra moralimizi bozmaya yetmemişti… Bir de üstüne üstlük, dağ başında, nehir kıyısında, köy yerinde, sürpriz doğum günü kutlaması da yapmıştık gezgin – bisikletçi dostumuzun!…
Şimdilerde İstanbul’un çeşmesinden akan Melen’e hidroelektrik santrali kurulması planları doğrultusunda 200 yıllık tarihe sahip bu yeşil köyler sular altında kalacak ve Melen durulacak… Planlarınızı gözden geçirip bu coşkun çayla tanışmanın fırsatını yaratmanızı öneririm…
Bizi güneşli güler yüzüyle karşılayan Melen, arkamızda gözyaşlarına hakim olmamış, İstanbul’a kadar yağmurla takip etti… Uzun zamandır hayalini kurduğum bir etkinlikle Doğa Gezgini dostlarımın arasına dönmenin mutluluğu kulağımda bir Zülfü Livaneli şarkısı bırakarak günü akşama kavuşturdu…
“Gün kavuşur yıldız yıldız bende bir hasret
Bir nehir gibi
Uzak yollar seni bana bana getirir
Yanık sesler seni söyler hep seni söyler
Bir nehir gibi köpürerek bir nehir gibi
Bilirim nehirler uzun bilirim rüzgar sonsuz
Duyarım uzak yıldızları akarım bir nehir gibi”