29. İstanbul Film Festivali’nin ilk haftası geride kaldı… İKSV’nin düzenlediği festivalde “festival filmi” niteliğindeki filmlerden ziyade merak ettiğim, ya da rahatlatıcı olacağını fısıldayan filmlerden yana kullandım tercihimi… Avrupa sineması, Uzakdoğu sineması bu yıl yoktu listemde…
İKSV’nin Lale Kart üyelerine sağladığı öncelikli satış sayesinde biletler satışa çıkmadan önce 19 Mart’ta aldım biletleri Biletix’ten, hem biletix komisyonu ödemeden, hem de %20 indirimli… Kadıköy’deki Ada Kitabevi’nden biletleri teslim almak için gittiğimde yine dayanamayarak kitap alıp sinema indirimini kitaba verdim…
5 yıldır İstanbul’da yaşıyorum ama ilk hafta izlediğim 4 filmi izlediğim 3 salona ilk kez gittim! Pasajları yeni keşfettiğim 2010 yılında pasaj içine saklanmış büyük perdeleri, geniş salonları da keşfetmiş oldum… İlk kez tek başına girdim sinemanın büyülü dünyasına, yanımda film öncesinde, sırasında, sonrasında konuşacak kimse olmaksızın…
8 Nisan 2010 – Kadıköy Sineması – 21:30
JULIE & JULIA
“Akbank Galaları” bölümünde yer alan 2009 yapımı bu filmi, Bahariye’de bir pasajın alt katında, aşağıya doğru büyüyen, kocaman perdeli yüksek eğimli ama koltuk araları dar olan Kadıköy Sineması’nda izledim.
Kariyerinin zirvesine erişen Amerikalı şef ve televizyon yıldızı Julia Childs ile hayattan beklentisi kalmamış bir sekreter Julie Powell’ın iç içe geçmiş öyküsü… Julia’nın kariyerinin doğuşuna tanık olurken, Julie’nin Julia’nın yemek kitabında yer alan 524 yemek tarifinin tümünü bir yıl içinde pişirip, deneyimlerini internetteki blogunda paylaşmasını izliyoruz… Türkiye’de vizyona girmedi bu film ama DVD’si piyasaya çıktı, hiçbir şey düşünmeden izleyeceğiniz, Meryl Streep’in harika oyunculuğuyla iyi ki izledim diyeceğiniz bir film.
Bu filmi izlerken üniversite yıllarından iki dostum gözümün önündeydi… İkisinin de “hobi”leri idealleriydi… İdeallerini gerçeğe çeviren ve hayranı oldukları birer isim vardı: Buket Uzuner ve Cengiz Onural. İkisi de onlarla tanıştılar, dost oldular. “Hobi”lerini, tutkularını gerçeğe çevirdiler… Biri hala ısrarlara dayanamayarak sadece özel bir grupla (biz dostlarıyla) paylaşıyor yazdıklarını, diğeri bir albüm çıkarttı: Güz Kumpanyası, konserlere devam ediyor, profesyonel iş yaşantısının yanı sıra… Benim böyle bir ideal kişim hiç olmadı diye hayıflandığım günler geldi aklıma…
Bu filmde de Julia Child, Julie Powell’ın ideal kişisi… Onun gibi yemek pişirmeye çalışmakla kalmıyor onun gibi inci kolye takıyor mesela… Filmden çıktığımda acıkmış, yazılarımı ihmal ettiğimi düşünmüş ve ideal kişim yok diye hayıflanmaya başlamıştım…
İyi seyirler…
http://www.imdb.com/title/tt1135503/
9 Nisan 2010 – Sinepop Sineması – 21:30
RUSYA’DAN SEVGİLERLE
“İstanbul: İçeriden ve Dışarıdan”bölümünde yer alan 1963 yapımı Bond filmni Sinepop’ta izledim. Sinepop’a daha önce gitmiş ama filmi izlemekten vazgeçerek dönmüştüm önceden… Kapatılması planlanan Emek sineması’na hüzünlü gözlerle bakarak giriyorum Sinepop’a… Emek Sineması’yla İstanbul’a geldiğim 2005 yılında Erkan Oğur konserinde tanışmıştım. Benim için festival demek Emek Sineması demek olmuştu sonradan…
James Bond, iltica edecek olan güzel bir Sovyet ajanından Lektor denen bir şifre aygıtını teslim alacaktır. Ancak bunun ardında Sovyetlerle İngilizleri birbirine düşürecek bir komplo olduğundan habersizdir. Büyük bir bölümü İstanbul’da geçen Sean Connery’li Rusya’dan Sevgilerle, en iyi Bond filmlerinden biri kabul ediliyormuş. Benimse sonuna dek izlediğim ilk Bond filmi! İstanbul’un ve Sean Connery’nin hatırına gittiğim filmi beğenmedim demek haksızlık olur. Bizde “Bond Çanta” olarak anılan evrak çantasının neden bu şekilde adlandırıldığını da böylelikle öğrenmiş oluyorum…
Bir önceki günün aksine, salonda çok fazla boş koltuk vardı. Belki eski film olmasından, belki de Cuma günü olmasından bilinmez… Türkleri çoğunlukla yabancılar canlandırdığı için aksan çok sorunluydu… Belli ki çevrildiği dönemde İngiltere’de gişe rekoru kıran filmin Türkiye’de, Türkçe bilen izleyiciye sunulacağını hiç hesaba katmamışlar… Yere batan sarnıcından gizli tüneller, trendeki sahneler, akıl almaz buluşlar filmin akılda kalanlarıydı…
http://www.imdb.com/title/tt0057076/
10 Nisan 2010 – Kadıköy Sineması – 21:30
BEN ve ORSON WELLES
Şehir Romantiği’nin sevgilisi New York’u (Buket Uzuner’e saygıyla) görme hayaliyle geçen anlarımdayken 1937 yılında New York’ta geçen bu filmde buldum kendimi.
Amerikan Tiyatrosu’nun harika çocuğu Orson Welles, New York “Mercury” Tiyatrosu’nda Shakespeare’in “Julius Caesar”ını sahneye koyacaktır. 17 yaşındaki genç Richard’ın şansı yaver gider ve oyunda bir yan rol kapar. Tiyatronun ve Orson Welles’in karanlık – bilinmeyen yönlerine tanık olduğu rüya gibi geçen bir haftayı Richard’la beraber yaşıyoruz filmde. Biraz çekince ile gittiğim film, çekincemin aksine tiyatroya dair izlediğim filmler arasında en iyiler arasındaydı.
Ambulansı taksi yerine kullanması, yeteneği, doğaçlamaları filmin akılda kalanları arasında…
http://www.imdb.com/title/tt1175506/
11 Nisan 2010 – Atlas Sineması – 13:30
KANSIZ
Pazar günü baharı karşılayan ve insanı dışarıda olmaya çağıran güneşli havaya inat salonda boş yer kalmıyor…
Biraz sakin, televizyon filmi olarak görüp belki de izlemeyebileceğiniz bir film olarak görenlerdensinizdir belki ama sürprizleri ve kara mizah öğeleriyle Hitchcock’u anımsatan bir gerilim Kansız. Karısının kendisini aldattığına emin Teksaslı aksi bir bar sahibi, karısını takip etmesi için özel bir dedektif tutar. Karısının sevgilisi barmenlerinden biridir. Adam dedektiften ikisini de öldürmesini isteyince işler karışır, komikleşir ve bir o kadar da tuhaflaşır.
http://www.imdb.com/title/tt0086979/
Her biri ayrı sevdam olan konularda filmleri ardı ardına izlemek ancak Festival’de mümkün oluyor… Sinema dolu bir haftanın ardından Festivali’n ikinci haftasında seçtiğim filmleri bekliyorum şimdi… Onları da paylaşmak üzere…